[Kayıt ol]   [Şifremi unuttum!
Kullanıcı adım:   Parolam:  
 
Yazar Mesaj   #13557  21-04-2009 20:37 GMT+2 saat  

moonlight


Admin


Tecrübe Puanı.: 96%
Ruh Hali: Neþeli
Mesaj 4213
Şehir: istanbul
Ülke:
Meslek: gecelerin adamı :))
Yaş: 36
Facebook'ta Paylaş
Süleymaniyede Bayram Sabahı Şiiri ve açıklaması
milli romantizm anlayışının Süleymaniyede Bayram Sabahı Şiiri üzerinden açıklaması

"Türk evlatları ne zaman Süleymaniye’nin önünden onu gören gözlerle geçer, milli romantizmini, idrak edecek olurlarsa işte o zaman Türkiye kurtuluş ve selamet çağının idrakinin şurunda olur."

Nihad Sami Banarlı

açıklaması:

milli romantizm sayesinde küreselleşmenin önüne geçilebilir.insanlar her gün önünden geçtikleri süleymaniyenin değerini idrak edebilmiş değillerdir.milli romantizm sayesinde toplum kendi kültürüne daha çok sarılacak ve özüne dönecektir.kendi kültürüne yabancı gençler hatta kendi kültüründen utanan gençler vardır.halbuki kültürlerini tam bilmyorlar.gurur duyulacak bir kültüre sahipiz.sırf süleymaniye camii bile tek başına yetebilecek bir gurur sebebidir.
bizim edebiyatımızda vatan toprağınız önemini kavramış ilk ve en büyük şair yahya kemaldir.nitekim yazdığı süleymaniyede bayram sabahı şiirinde de bunu görüyoruz.

SÜLEYMANİYEDE BAYRAM SABAHI

Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye'de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanad, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübarek, ne garib alem bu!..
Hava boydan boya binlerce hayaletle dolu...
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.
Bu sukünette karıştıkca karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan, insan ve hayalet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilahi yapıya.
Tanrının mabedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymaniye tarih oluyor.
Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah'ına bir böyle yapı.
En güzel mabedi olsun diye en son dinin
Budur öz şekli hayal ettiği mimarının.
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul'un ufkunda bu kudsi tepeyi;
Taşımış harcını gazileri, serdarıyle,
Taşı yenmiş nice bin işcisi, mimarıyle.
Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,
Uhrevi bir kapı açmiş buradan gökyüzüne,
Taa ki geçsin ezeli rahmete ruh orduları..
Bir neferdir bu zafer mabedinin mimari.
Ulu mabed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir varisin olmakla bügün mağrurum;
Bir zaman hendeseden abide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi,
Senelerden beri ru'yada görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını
Görüyor varliğının bir yere toplandığını;
Büyük Allah'ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbir oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!
Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbir'i
Ne kadar saf idi siması bu mu'min neferin!
Kimdi? Banisi mi, mimarı mı ulvi eserin?
Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,
Yüzü dünyada yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;
Vatanın hem yaşıyan varisi hem sahibi o,
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,
Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.
Karşı dağlarda tutuşmus gibi gül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, cok uzaklardan mı?
Üsküdar'dan mı? Hisar'dan mı? Kavaklar'dan mı?
Bursa'dan, Konya'dan, İzmir'den, uzaktan uzağa,
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, taa Beyazıd'dan, Van'dan,
Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübarek bu seher!
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hatıralar rüzgarını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.
Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosva'dan, Niğbolu'dan, Varna'dan, İstanbul'dan..
Anıyor her biri bir vak'ayı heybetle bu an;
Belgrad'dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar'dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra-dağlardan mı?
Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar'dan mı? Tunus'dan mı, Cezayir'den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pare gemi
Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;
O mübarek gemiler hangi seherden geliyor?
Ulu mabedde karıştım vatanın birliğine.
Çok sükür Tanrıya, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşıyanlarla beraber bulunan ervahı.
Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.

YAHYA KEMAL BEYATLI

şiirin açıklaması :

"Bir zaman hendeseden abide zannettimdi" ifadesiyle yahya kemal her zaman önünden geçtiği camiinin manevi önemini idrak etmeden sadece bir mimari yapı olduğunu sanmıştır.ancak milli romantizm içindeki yerini anlayınca bu şiiri yazmıştır.çünkü mimari eserler kültürün en önemli taşıyıcı unsurudur.
şair camiide bayram sabahını geçirirken atalarının ruhunu hisseder.sanki gelmiş geçmiş ve günündeki insanlar aynı anda toplanmış namaz kılmaktadır.
camiinin içine doğru süzülen ışık hüzmesi içinde ibadet etmekte olan ışığı gördüğünü söyler.




MİLLİ ROMANTİZM VE CENGİZ AYTMATOV

Yazar Orhan Söylemez
-
Ali İhsan Kolcu. Millî Romantizm açısından Cengiz Aytmatov, İstanbul: Ötüken neşriyat a.ş., 1997.

Cengiz Aytmatov'un Türkiye Türkçesine çevrilmiş bütün eserlerini "millî romantizm" açısından inceleyen bir araştırma kitabı. Millî kimliğin oluşmasına temel olan dil, müşterek tarih, ortak ideal, din gibi aslî unsurlar[1] bu araştırmada "millî romantizm" terimi altında toplanmış. Şerif Aktaş'ın ortaya koyduğu bu teorinin Türk edebiyatı sahasındaki uygulaması her ne kadar yeni gibi gözükse de Cumhuriyet dönemi ve öncesi Türk edebiyatı incelenirken yapılan taksimatta "millî bir edebiyat"tan söz edilmekte ve Namık Kemal, Ziya Gökalp, Halide Edip, Ömer Seyfettin, Yahya Kemal, Mehmet Akif ve diğer bazı sanatçılar "milliyetçi" yazarlar olarak kabul edilmektedir. Millî kimliği oluşturan unsurların veya kitaptaki ifadeyle "duyuşların" değişik sanat dallarında aksini bulmak mümkündür. Kitapta bu duyuşların "destan, efsâne, hikaye ve masal" gibi edebiyat türlerindeki tezahürleri örnekleriyle gösterilmiş. Ait oldukları milletlerin ruhlarını taşıyan destanlardan bahsedilmiş ve İgor destanı da örnek destanlardan biri olarak zikredilmiş. Burada dikkatlerden kaçan bir nokta, Kazakların dünyaca meşhur şairi Olcas Süleymanov'un Aziya [2]adlı kitabı ile bu destanın bir Rus değil, bilakis Türk destanı olduğunu ispat etmesidir.

Destan ve diğer sözlü edebiyat türlerinin, yansıttıkları hayat tarzı bakımından bugün canlılığını muhafaza etmesi mümkün değildir. Fakat yazılı edebiyat türleri olan roman, hikaye ve tiyatro gibi edebî eserlerde yaşama şansını elde etmiştir. Yazara göre bu şifahî edebiyatın "hemen tamamını gerek konu ve gerek ifâde çeşidi bakımından kapsayacak bir edebî tür" roman ortaya çıkmıştır. "Bu açıdan roman bir bakıma, destan, efsane, aşk hikayesi, masal vs. türlerin toplandığı, harman edildiği ortak bir türün adı olmaktadır." (s. 13) Araştırmaya zemin oluşturması bakımından varılan bu roman tarifinin geleneksel "roman" anlayışına uygunluğu tartışılabilir.

"Millî romantizmin ancak 'millet' olma sürecini tamamlamış insan topluluklarında söz konusu" (s. 14) olduğunu belirten yazar, millî romantizmi de şu şekilde tanımlıyor: "... Zaten yukarıda sözü edilen edebî türler de millî hissiyatın sadece bir tarafını ifade edebilme başarısını göstermekte idi. Halbuki millî hissiyatın, milletin sevincini, kederini, kahramanlığını, aşklarını, hayal gücünü ve zekâsını, topyekün ve tam anlamıyla ifade edilebilmesi için yeni ve tutarlı bir disipline ihtiyaç vardır. İşte bu disipline, 'millî romantik duyuş tarzı' ya da genel anlamıyla 'millî romantizm' adını veriyoruz." (s. 13-14)

Modern edebiyatın ifade vasıtalarının, özellikle roman ve tiyatronun millî romantik duygu ve düşünceleri dile getirmede yeterli olduğunu belirttikten sonra yazar, önemli bir konuya temas ederek mühim olanın "herhangi bir millî hadisenin bir edebî tür içinde dile getirilmesi değil, bu hadisenin okunduğu takdirde milletin bütün fertleri tarafından-ferdî planda da olsa aynı heyecan ve coşku ile karşılığını bulması, eserin bütün milllet üzerinde aynı yankıyı yapmasıdır." (s. 14) Bu noktada yazarın verdiği Kurtuluş savaşı örneği doğrudur, fakat kitabın yazılmasına sebep olan ve eserleri incelenen Cengiz Aytmatov için-belki de bütün eserleri için demek daha uygun olacaktır-doğru olduğunu söylemek zordur. Zira Cengiz Aytmatov, dünyada altmış dile çevrildiği bilindiği için elli dokuz dilde hitap ettiği elli dokuz değişik halk veya millet bir kenara bırakılırsa, sadece Türkiye'deki okuyucu kitlesi üzerinde bile farklı duyuşlara, farklı anlayışlara, farklı algılayışlara sebep olmuştur. Türkiye'de Aytmatov'un ilk eserinin çıktığı yıldan, bundan bir kaç yıl öncesi yayınlanan romanı Dişi kurdun rüyaları'na[3] kadar yazarın okuyucu kitlesi geniş bir yelpâzede bir uçtan bir uca doğru kaymıştır. Başlangıçta sosyalist gerçekçilik (sosyalist realizm) taraftarları tarafından kucak açılan Cengiz Aytmatov, Türkiye'ye geldiği yıllarda "Turan" fikrinden bahsetmesi ile birlikte milliyetçi-muhafazakâr kesimin gözdesi hâline gelmiştir. Son romanı ile de Aytmatov'un "millî romantizmi" yakaladığı ve Türkiye'deki okuyucularda dahi ortak duyuşu yaşattığı söylenemez.[4]

Bu konuda şunu da ilave etmek gerekir. Cengiz Aytmatov "millî romantizm" açısından ele alınırken çok dikkatli olunmalı ve aşırıya kaçılmamalıdır. Zira aşırı "milliyetçi" olarak göstermek yazarı dar kalıplara sokmak demektir ki bu da sadece ona değil bütün Türk dünyasına zarar verir. Prof. Dr. İnci Enginün 2 Ağustos 1992 tarihli bir mektubunda bu konudaki hassasiyetini ve izlenimlerini şöyle dile getirmiştir: "... Geçen gün Refik Özdek, Aytmatov hakkında bir konuşma yaptı. Bir büyük yazar, çeviricisi tarafından bir konferansla bu kadar yok edilebilir. Onu bir ideolog olarak takdim çabası, Aytmatov'un sanatçılığını gölgeledi." Nitekim yazar da Aytmatov'un bir kültür adamı olduğunu ve sanata verdiği önemi kitabında belirtmiştir: "... Aytmatov bir kültür adamıdır. Her fırsatta millî kültürün propagandasını yapmaktan geri kalmaz. Fakat bu propagandanın estetik kalıplar içerisinde olmasına da özelikle dikkat eder. Sovyet mozaiği içinde diğer Türk halklarıyla olan kültür ve dil birliğine büyük önem verir." (s. 46)

Yazarın "... Ancak millî edebiyat, millî romantizmin idrâki geçmişi tekrar yaşama anlamına gelmez" (s. 18) şeklindeki ifadesi aslında yeni olarak sunulan "millî romantizm" kavramının pek de yeni bir disiplin olmadığını ve "millî edebiyat"tan hele hiç farklı olmadığını göstermektedir. Bu açıdan, yani millî edebiyat açısından Cengiz Aytmatov ele alındığında onu "milliyetçilik" gibi dar bir kalıba oturtmak olur ki bu da "evrensel"e ulaşmaya gayret-ve belki de ulaşan-yazara haksızlık olur. Ancak, böyle bir araştırmada, yazarın eserleri "millî edebiyat" veya "millî romantizm" açısından ele alınıp "millî" olan unsurlar tespit edilebilir. Belki de yapılabilecek en doğru iş budur. Nitekim hâlen Amerika'da yaşayan Svat Soucek bu konuyu yıllar önce incelemiş ve o döneme kadar yayınlanmış eserlerdeki "millî unsurları" "millî renk" kavramı altında inceleyerek ortaya koymuştur. Bir görüşme sırasında da bu araştırması yeni yayınları kapsamadığı için günümüzde eksik kaldığını belirtmiş ve ortak bir çalışma ile tamamlanması gerektiği arzusunu da dile getirmiştir.

Cengiz Aytmatov kendisi millî edebiyatı şöyle tarif ediyor: "... Millî edebiyat herkesin bildiği bir kavram, dünyada pek çok dil var. Birçok millî dil. Millî edebiyat dilden başlar. Bir eserin millî olması için öncelikle millî dille yazılması; ikinci olarak o milletin hayatını tasvir etmesi; üçüncü olarak o milletin tarihinden, kültüründen faydalanması gerekir. Böyle bir kitabın ardından diğerleri, bir yazarın peşinden başka yazarlar gelirse, bir silsile oluşursa millî edebiyat meydana gelir." (s. 38) Bu tarifin üzerine yazar, sözüne şöyle devam ediyor: "... Aytmatov, millî dil probleminden sonra o millî dille yazılmış, ya da sözlü olarak söylenegelen edebî mirasın da peşindedir." (s. 39) Burada Aytmatov millî dili nasıl halletmiştir sorusunu sormak gerekir. İlk birkaç eserinden sonra tamamen Rusça yazan Aytmatov'un "millî dili" kullanmadan "millî edebiyat" ürünü vermesini dille izah etmek mümkün değildir. Dolayısıyla daha işin başında Cengiz Aytmatov için "millî"dir demek pek doğru değildir. Fakat kullandığı malzemeler millîdir. Öyle ise denilebilir ki Aytmatov'un eserleri "millî unsurlar" açısından zengin, fakat tamamen "millî" değildir. O zaman yapılacak şey veya tutulacak yol, Aytmatov'u "millî" olarak değerlendirmek yerine, onun eserlerindeki "millî unsurları" tespit edip değerlendirmektir. Kitabın devamında da aslında yapılan budur.

Aytmatov'un bugüne kadar Türkiye Türkçesi'nde basılan bütün eserleri "tipler", "mekan" ve "tarih" açısından ele alınıp değerlendirilmiştir. Ayrıca eserdeki "folklor malzemeleri" ve "kahramanlarındaki toprağa bağlılık" iki ayrı başlık altında toplanmıştır. Son bölümde ise eserler ayrıca tek tek tahlile tabi tutulmuş ve nihayet çok geniş bir bibliyografya ile kitap tamamlanmıştır.

Büyük bir boşluğu dolduracak bu çalışmanın en büyük talihsizliği, kitabın teorik (kuramsal) zeminini oluşturması için yazılmış bölümdür. Belki Aytmatov değil, fakat Türk dünyasında yazarın bakış açısına uygun olarak incelenebilecek pek çok yazar vardır ve yapılması da elzemdir.

__________________
Gender_Bay Çevirimiçi durumu