[Kayıt ol]   [Şifremi unuttum!
Kullanıcı adım:   Parolam:  
 
Yazar Mesaj   #22300  04-12-2010 10:40 GMT+2 saat  

moonlight


Admin


Tecrübe Puanı.: 96%
Ruh Hali: Neþeli
Mesaj 4213
Şehir: istanbul
Ülke:
Meslek: gecelerin adamı :))
Yaş: 36
Facebook'ta Paylaş
"Mazmun"un Mazmunu
İSKENDER PALA

Divan edebiyatı denilince ilk akla gelen terim¬lerden biri hiç şüphesiz mazmun'dur. Eski edebi¬yatımızın kendine özgü bir mazmunlar dünyasın¬da cevelân ettiği; yahut eski şairlerin anlatmak is¬tedikleri düşünceleri mazmunlar vasıtasıyla söyle¬dikleri gibi hükümler, Tanzimattan beridir maz-mun'u divan şiirinin lâzım-ı gayr-ı mufârıkları ara¬sına sokmuştur. Mazmundan tam olarak neyi an¬lamamız gerektiği hususuyla, onun muhtevasını kavramakta karşılaşılan güçlükler son yıllarda ilgi¬lileri bu kelime üzerinde düşünmeye zorlamış ve hemen pek çok mazmun tanımını gündeme getir¬miştir. Ancak bugüne kadar konu üzerindeki en geniş makaleyi Sayın Prof. Dr. Mine Mengi yayım¬ladı, (bkz. Dergâh, 34). Meslekdaşımızın makalesi¬ni, mazmun konusunda yeni yorum ve değerlen¬dirmeler içeren yazıların özlemiyle bitirmesinden edindiğimiz cesaretle, biz de bu konudaki düşün¬celerimizi aktarmak istiyoruz.

Peşinen söyleyelim; divan şiirinin yürürlükle ol¬duğu dönemlerde "Mazmun nedir?" gibi ciddî bir soruyu ne soran, ne de buna cevap arayanlar oldu¬ğunu sanıyoruz. Mazmunun ne olduğu,yahut ne olmadığı hususundaki şüpheler günümüzün prob¬lemidir. Eski kültürün, toplumun ve hayat şartla¬rının değişmesi sonucunda unutulan eski şiir gele¬neği mazmunun da ne olduğunu unutturmuş ve bu kelime "....zamanın akışı içerisinde kavram ola¬rak karşıladığı anlamların yanısıra edebiyat termi¬nolojisi içerisinde terim olarak yeni anlamlar ka¬zanmış ve bugün daha çok terim anlamlarıyla kul¬lanılır olmuştur."1 Sayın Mengi de buradan yola çıkarak mazmun kelimesinin önce lugatlardaki ke¬lime karşılıklarını, sonra da terimleşme süreci içe¬risindeki anlamlarını incelemiş ve "Beyitler içeri¬sindeki gizli olan sanatlı anlam", divan edebiyatı¬nın kendi dünyası içerisindeki bilinen hayal, ina¬nış ve düşüncelerin beyit ya da beyitlerdeki dolay¬lı anlatımı", "anlam, öz, verilmek istenen düşünce, şiirde ustaca söylenmiş söz, ince, zarif anlatım", "benzeri az olan hattâ bulunmayan söz", "sanatçı¬nın hüner gösterme isteğinin sonucunda ortaya çı¬kan söz ustalığı" gibi tanım ve değerlendirmelerle

mazmuna açıklık getirmeğe çalışmış, özet olarak da "Mazmun, divan şiirinin yapısal özelliklerinin ve daha çok estetik anlayışının bir gereği olarak vardır. O, değişik edebî sanatlarla bağlantılı bir dil ustalığıdır... Mazmun, öncelikle kavramlara anlam verebilme işidir"2 hükmünü getirmiştir. Sayın Mengî’nin bütün bu görüşleri isabetli ve doyurucu olmakla birlikte mazmunu telmih, teşbih, istiare ve mecaz gibi sanatlarla mukayyet bir kavram olarak ele alması hususunda küçük bir değerlendirme yapmak istiyoruz.

Zira bize göre mazmun başlı başına bir sanal olup bütün öteki edebî sanatlann da en belirgin gayesidir. Nitekim sayın meslekdaşımızm daha ön¬ceden bikr-i manâ konusunda yazdıkları3 incelen¬diğinde de aynı sonuca ulaşmak mümkündür. Bu sebeple onun, "Mazmunların önemli bir kısmı as¬lında açık istiaredir", "Mazmunun özünde istiare ile birlikte şüphesiz mecaz da vardır" demesine ve¬ya "(Mazmunun) telmihle de yakın ilişkisi"den söz etmesine ilavede bulunmak isteriz: Gerçek maz¬mun, bütün bu sanatlardan destek alsa da aslında bu sanatlara muhtaç değildir. Zira bize göre maz¬mun kelimesi bugün iki ayrı anlamda terimleşmiş-tir. Birincisi, divan şiirinin kuralcı yapısı içinde mütalaa edilen teşbih ve mecazlardır. Sevgilinin boyu yerine "selvi, elif, şimşâd, Tûbâ, ar'ar, fitne, kıyamet vs.", dudağı yerine "lal, câm, şirin, hokka, Mühr-i Süleyman, ateş, kan, gonca, gül, âb-ı hayat, Kevser vs.", yüzü yerine "şems, âyine, ıyd, âyet, kıble, gülsen vs." kullanılması bu türdendir. Nite¬kim sayın Mengi'nin bazı mazmun tanımlan da kullanımlara uygunluk göstermektedir. Aslında di¬van edebiyatının kuruluş çağından itibaren bu tür ifadeler tedricen gelişip genişlemiş, sık sık tekrarlar sonucunda şiirin özünü de etkileyerek manânın iyiden iyiye tebellür etmesine yol açmıştır. Sözgeli¬mi lal veya gonca denildiği zaman artık ağız'ı da ay¬rıca söylemeye gerek kalmamıştır. Çünkü her şiir okuyucusu bunların "sevgilinin dudağı" demek ol¬duğunu anlar duruma gelmiş ve sonuçta la'l ve gonca, "ağız" için birer mazmun haline dönüşmüş-

MAZMUN'UN' MAZMUNU

tür. Bizce bu tür mazmunlar divan şiirinin gıyabın¬da gelişerek terimleşmiş olup hiçbir divan şairinin mazmundan anladığı gerçek manâ bu değildir. Sa¬nıyoruz mazmuna yüklenen bu iğreti manâ , divan şiirinin bediî zevk olmaktan çıktığı son dönemlerin eseridir. Ne var ki murûr-ı zamanla bu tanım doğ¬ru kabul edilmeye başlamış ve Tanzimat'tan Cum-huriyet'e mazmunun gerçek terim anlamı da sessiz sedasız bir köşeye çekilmiştir. Nihayet, galat-ı meş¬hur lügat-ı fasihten evlâ tutulmuş, mazmunun ta¬nımında gerek lügatlar, gerekse ihtisas sahipleri, oldukça değişik vadilerde nicelik ve nitelik arar ol¬muşlardır. Sevindirici olan odur ki, son zamanlar¬da bazı ilgili akademisyen yahut divan şiiri merak¬lılarının mazmunun gerçek kimliğini arama gayret¬leri kelimenin ikinci -bizim için gerçek ve yegâne-anlamını ortaya çıkarmaya ve bu konuya bir aydın¬lık getirmeye yönelmiştir. Bu ikinci manâya göre mazmun özetle: "Bir sözün (beyit, mısra) altında gizli olan manâdır." Kelimenin ilk göze çarpan özelliği ise gizliliktir. Yani: "Bir manâ veya mefhû¬mu, özelliklerini çagnştırarak kelime grupları için¬de gizleme sanatına mazmun denir," Bu manâsıyla mazmun hem bir oyun, hem bir hüner ve hem de bir sanattır. Beyitte gizlenen mazmunu keşfedebi-len okuyucu, şiirle sağlıklı bir bağ kurar, okuduğu şiirden hoşlanır ve gerçek manâsını anlamış sayılır. Divan şiirinin en cazip tılsımı, karizması ve güzel-ligide burada gizlidir. Şairin hüneri derecesinde okuyucu da şiirden zevk duyacaktır. Bir bakıma, divan şiirinin mazmunu, halk şiiri geleneğinde âşıkların muamma asmalanna benzer. Çünkü esas olan,beyit (veya halk şiirinde kıt'a) üzerinde dik¬katle düşünüp gizli güzelliği görebilmek,keşfede-bilmektir. Öyleyse diyebiliriz ki mazmun, lûgaz veya muammanın beyte teksif edilmiş bir benzeri¬dir ve her beyitte görülemeyen, bir çeşit şaire özel sanat oyunudur. Belki biraz abartmayla, Osmanlı semai kahvelerinde halkın muamma çözmesine karşı; aydınların çeşitli edebî mahfellerde mazmun çözdüklerini söylemek bile mümkündür. Keza meslekdaşımız Cem Dilçin'in bir makalesinde bu¬na benzer bir mazmun çözümlemesi başarıyla uy¬gulanmıştır.4 Sayın Dilcin, Fuzûlfnin;
Her sehî-kad cilvesi bir seyl-i tujân-ı belâ Her hilâl-ebrû kaşı bir ser-hat-ı meşk-i cünûn
beyti üzerinde dururken bu dizelerdeki Leylâ ve

Mecnûn mazmununu hem manen, hem lafzen, hem de hesâben (ebced ile) gayet doyurucu bir şe¬kilde izah etmiştir. Bu izahdan anlaşıldığına göre mazmun, te'lif-i ittisali münasebetiyle ve lafzen de uygulanabilmektedir. Diğer bir deyişle, hem ma¬nâ, hem de lafız yoluyla mazmun oluşturmak mümkündür. Şair, isteği doğrultusunda bazen bi¬rini, bazen diğerini, bazen de her ikisini birden uygulayabilir.
Askerliğini yapmış olanlar bileceklerdir. Zifiri karanlık gecelerde travers eğitimi yapılır. Buna gö¬re geniş bir arazinin bazı gizli yerlerine gündüzden birtakım işaretler bırakılıp ipuçları serpiştirilir. Gece, askerin eline bir fener ve pusula verilerek işaretlerden her birinin mesafe ve yönleri ile hede¬fi bulması istenir. Eğer asker ilk işareti bulamamış-sa ikinci ve diğerleri için verilen yön ve mesafeyi tayin etmekte müşkilatla karşılaşacaktır. Ama eğer işaretleri doğru bulursa bir sonraki işaret daha ko¬lay tesbit edilebilecek ve hedefe varmak zor olma¬yacaktır. Ancak arazinin engebeli yapısı ve tabiat şartları hedefe giden yolda oyalayıcı unsurlar ola¬rak kendini hissettirecektir. Şimdi.bir beyitteki her bir kelimeyi muhtemel birer işaret, manâ veya ahengi arazı, mazmunu da hedef olarak düşüne¬lim. Şair tıpkı komutan gibi, insiyatifini (üslûp) kullanarak arazinin (manâ) çeşitli tabiat şartlarını (vezin, kafiye, ahenk vb.) en uygun bir sistemle (şiirin genel çerçevesi ve kuralları ile edebî sanat¬lar) işaretlendirip askerlerin (okuyucu) hedefe (mazmun) kısa sürede (az söz ile çok manâ ifade ederek, muhtasar ve müfîd) emniyetle varabilme¬sini (anlaşılarak) ve bunu bir zevke dönüştürmesi¬ni sağlamak zorundadır. Yani mazmun, belli delil¬ler ve işaretler verilerek, çeşitli ipuçları gösterile¬rek manâ içindeki zarif ve sanatlı manâya ulaş¬makla kendini gösterir ve bediî zevk olur.
Mazmun, bir bakıma divan şiirinin kuralcı yapı¬sından kaynaklanan bir reh-i nâ-refte (yürünme¬miş yol) arama gayretidir. Böylece şairler beyte giz¬ledikleri mazmun ölçüsünde orijinaliteye ulaş¬makta ve bir iftihar vesilesi kazanmaktadırlar. En mükemmeli söylemenin esas olduğu nazireler bir edebiyatında elbette ki mazmun bulmak, hele bikr-i mazmun yakalamak güç, ama önemlidir.
Mazmun, yerine göre dilden manâya; yerine gö¬re de manâdan mefhuma sıçrayışlarla kendini gös¬terir. Bazı edebî sanatların beyitte bulunup bulun¬maması da mazmunun öneminin artırılması için

400 • OSMANLİ DİVAN SllRl ÜZERİNE METİNLER

birer vasıtadır. Ancak mazmun için edebî sanat şartı aranmamalıdır. O, şairin en büyük sanatı ola¬rak, başlıbaşma bir beyte bir beyte değer ve itibar kazandınr.
Sayın Mengi'nin, mazmun kelimesinin terim manâsını anlatırken zikrettiği,
Ey Riyâzî Ka'be vü meyhaneden hirdür murâd iki beyt-i dil-gûşââur kim ola mazmunu bir
beytini incelediğimizde, Riyâzfnin mazmundan an¬ladığı manâ ile bizim söylediklerimiz arasında bir paralellik olduğu görülür. Şair, Kabe ile meyhaneyi (mecazen âşkın kalbini) bir tutarak her iki kelimenin de mazmunu olmak üzere beyt-i dil-güşâ (gönüller açan ev) tamlamasını kullanır. Yaygın intiba da zaten gönül ile Kabe'nin ''Allah evi" oluşudur. Burada bi¬zim için önemli olan, mazmun kelimesinin kullanı¬lışıdır ki "bir şeyin altında gizli olan" veya '^gerçeği araştırıldığında karşılaşılan mefhum" anlamını ihtiva eder. Kabe de, gönül de, sonuçta kişinin Allah'ı bul¬duğu ve hissettiği düşünülen mekanlardır.
Şimdi bazı misaller vererek mazmunun bu tür anlam ve kullanıl ısıyla ilgili sözlerimizi pekiştire¬lim. Bu misallerde mevcut olan mazmunların hiç¬biri, beyitte bizzat söylenmez. Ancak ipuçları veri¬lerek okuyucunun mazmunu bulması, anlaması, keşfetmesi istenir. Zaten bizim kabul ettiğimiz mazmunun terim olarak asıl özelliği de budur. Ni¬tekim sayın Mengi de mazmunu bu anlamıyla zik¬rederek Fuzulî'nin:
Çıkma yârüm giceler ağyar ta'nından sakın Sen meh-i evc-i melâhatsün bu noksandır sana
beytini inceleyip "ay tutulması" mazmununu izah eder. Biz, Fuzulî'nin diğer bazı beyitlerinden maz¬mun örnekleriyle konuyu açmak istiyoruz:5
Bir yerde sabit et kadem-i itibarını Kim rehber-i şeıî'at ola muktedâ bana
Beyitteki siyah dizilmiş kelimelerin tamamı na¬mazla ilgilidir. Namaz kılınırken sağ kadem (ayak) yerde sabit kalır, kımıldamaz. Keza namazda muktedâya (önder, imam) uyulur ve rehber edi¬nilir. İşte bu beyitte namaz kelimesi hiç geçmedi¬ği, halta namazla ilgili açık bir ifade yer almadığı halde okuyucu, şairin, Hz. Peygamberin arkasın-

da namaza durmak veya onun yoluna uymak iste¬diğini keşfedebilir. Diğer bir deyişle bu beyitte bir "'namaz" mazmunu gizlenmiş durumdadır.
Yine Fuzulî'nin ünlü bir gazelindeki şu matla beytinde de şakayık (gelincik, dağ lâlesi) mazmu¬nu kendini gösterir:
Benim teg hiç kim zâr ü perişan olmasın ya Râb Esîr-i âerd-i aşk u dag-ı hicran olmasın ya Râb
Siyah dizilen kelimelerin tamamı şakayıka ait özellikleri bildirir. Şöyle ki: Şakayık çiçeğinin yap¬rakları inceciktir (zar gibi). Ömrü çok kısa olup yapraklan birkaç günde dağılıverir (perişan). Or¬tasında dağlama yarasını andırır bir siyahlık mev¬cuttur. Keza dağ, gelinciğin kızıl rengini semboli¬ze eden ateş vesilesiyle vardır. Yapraklann dağıl¬ması, ayrılmasıdır (hicran), iler bitki gibi gelincik de bir köke bağlıdır (esir).
İşte yine Fuzûlî'den bir tek mısrada bir sultan mazmunu:
Senden etmem dâd, çevrin var lütfün yok deyip
Dâd (adalet) ve lutf (bağış, ihsan) padişahlara özgü hallerdir. Cevr ise şairin gönül sultanına (sevgili) ait bir özelliktir. Fuzulî'nin sevgilisine "Sultanım!" diye seslenmesi ve onu gönlünün ye¬gâne sultanı olarak göstermesi; ama bunu yapar¬ken "erbabına malumdur" mefhumunca ağyardan ve şiire nâ-âşinâlardan gizli tutması ne zarif bir söyleyiş ve davranıştır!..
Mecnûn'un çöllerde vahşilerle dostluk kurup başına kuşların yuva yaptığını, saçınm-başının pe¬rişanlığını, aşk yüzünden deli olduğunu ve delile¬rin gözüne cinlerin, perilerin göründüğünü, yahut penlerin insanı çarpıp deli ettiğini hemen hepimiz duymuş, okumuşuzdur. İşte yine Fuzûlî'den bir Mecnûn mazmunu:
Âşiyân-ı mürg-i dil zülj-i perişânındadır Kande olsam ey peri gönlüm senin yanındadır
Bu beyitte Mecnûn'un adı anılmamış, yalnızca özellikleri söylenmiş ve bir mazmun olarak manâ¬ya yerleştirilmiştir. Zaten Mecnûn adı anılmış ol¬saydı mazmun değil telmih yapılmış olacaktı. He¬men hemen aynı mazmunu Âriffnin:

"MAZMUN"UN MAZMUNU • 4

Billahi söyleyin hana ey âhû\ân-ı dest
Sizden mi yoksa nev-i beşerden mi sevdiğim
beytinde de görürüz. Şimdi Nedim'in şu beytine bakalım:
Sinede evvel ne muhrik arzular var idi Lebde serkeş ahlar aheste hûlar var idi
Bu beyitte \selvi" kelimesi geçmemektedir. An¬cak bilindiği gibi şehrinin görünüşünde serkeşlik vardır. Bağrında muhrik (yakıcı) arzusu olup da âh eden kişinin ağzından çıkan buğu da göğe yükselir¬ken selvi gibi düzgün çıkar. Serviler rüzgâr ile sarı¬nırken "aheste hû"lar çekerler. Gerçeklen de servi¬lerin rüzgârda salınmalarında "hû" nidası duyulur. Nitekim eskiler mezarlıklara selvi dikilmesinin se¬bebini bu sese bağlarlar. Böylece sekiler "Hû!" ya¬ni "O, Allah" diye diye zikrettikçe kabristanda ya¬tanlara ecir verilip günahları bağışlanılmış. İşte Ne¬dim de içindeki muhrik arzu ve ateşli hû'lan anla¬tırken selviyi hatırlamadan edememiş ancak bunu lafzen söylemeyi de gereksiz bulmuştur. Mazmunu çözen kişi, Nedim'in bu arzu ve ahlarla âdeta ölü¬me yaklaştığını bu nedenle mezarlıkları hatırladığı¬nı, kendisini bu hâle düşürenin de selvi boylu bir nazenin olduğunu zaten bilecektir.
Aynı beyitte bir âhû mazmunu da vardır, ikinci dizedeki serkeş (başını çekmişlik)ten şairin kasdı "aheste" kelimesinin baş kısmı olan "â" hecesini bir sonraki "hû" kelimesinin başına çekmektir. Böyle¬ce sevgili de bir âhû olacaktır.
Şu da bir deniş mazmunu:
Kalbini saf eyleyen câm-ı sajâyı neylesin Aşk ile demsâz olan sâz û nevayı neylesin
Denişin kalbi saf (temiz) gerektir. Ancak o za¬man ilahî aşkın tecellilerine muhatab olur.Bunun için tarikat âdâbınca dem çekmeye gerek vardır. Ke¬za sâz û neva da tekkelenn pek yabancısı sayılmaz.
Mazmunlar, yalnızca bir mefhum veya mücer-red düşünce üzerine bina edilmeyebilir. Şair, üs-tâd olunca kendi çağını ve yaşanılan hayatı da mazmunlaşıırmaktan kendini alamaz, işte Bâ-kî'den bir beyit:
Her yâneden ayağına ahun akıp gelir Eşcâr-ı bağ himmet umar cûybârdan
Zaman XVI. asırdır. İmparatorluğun kemâl nokta-

sı... Muhteşem Süleyman'ın dirayeti, her yandaki ül¬keleri kendisinden himmet umar duruma getirmiş¬tir. Pek çok ülkeler cizye veya vergi usulüyle bu ih¬tişamın ayağına altın akıtır. Bakî de sonbaharın altın renkli yapraklanın ırmaklara mecbur gösterirken Osmanlı'nın o günkü hâlini mazmunlaştırıverir.
Karacaoglanin aşağıdaki dörtlüğünde şekerle beslenen "tûlî" (papağan) mazmununu okuyunca, şairin bunu divan şiirinden etkilenerek veya bile¬rek mi yaptığını, bir tevâfuk eser mi olduğunu, te-vârüde mi rastladığını, şiir dilinin işlene işlene sa¬natı da beraberinde mi taşımaya başladığını, yahut ortak kültür birikiminin sanatla mı yoğrulur oldu¬ğunu düşünmekten kendimizi alamayız:
Deryalarda yüzer gemi Şeker dudağının yemi
Süregör devrânı demi Devrân geçer demedim mi
Görüldüğü gibi burada mecaz yok, teşbih yok, telmih yok, istiare yok. Doğrudan doğruya bir mazmun var. Şair sevgilisine "tûtf demekte.
Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Zira her şair kendi mikdarınca mazmunlar, bikr-i mazmunlar ile çağının gereğini yapıyordu. Bugün mazmuna değişik anlamlar verilmesi bu gerçeği değiştirme¬yecektir. Ancak sevindirici bir husus vardır ki, ar¬tık her köşe başında bir "kazı-kazan'in mevcut ol¬duğu günümüzde divan şiirinin kazı-kazanı duru¬munda olan "mazmundun mazmunu üstündeki sis perdesini kazımak kolaylaşmıştır. Konuyu yeni¬den gündeme getiren sayın Mine Mengi'ye tekrar teşekkür ediyor; ilgili kalem erbabının görüşleri doğrultusunda mazmunun kimliğini bulmasına katkıda bulunulmasını istiyoruz.
Meseldir: Teâtî-i efkârdan bârika-i hakikat doğar.
NOTLAR
1 Mine Mengi (Prof. Dr.) "Mazmun (.zerine Düşünceler'', Dergah, S. 34.
2 Mengi, A%m.. S. 35.
3 Bkz. Mine Mengi, "Divan Şiiri ve 'Bıkr-ı Manâ", Dergâh; S. 19.
4 Geni$ bilgi için bkz. Cem Dilcin (Yrd. Doç. Dr.) "Fuzulînm Bir
Gazelinin Şerhi ve Yapısal Yönden İncelenmesi", DTCF Türkoloji
Dergisi, C. IX S, l, Ankara, 1991. s. 43-98.
3 Bu konuda merhum hocamız Prof. Dr. Haluk İpekten'in fuzuli. Hayatı, Edebi Kişiliği ve Baz\ Şiirlerinin Açıklamaları (Akçag yay., Ankara, 1991) adlı eserinde geniş hilgi mevcuttur. Bu izahlara ba¬karak hocamızın da mazmun konusunda bizim gibi düşündüğü¬nü anlamak mümkündür.

402 • OSMANLİ DİVAN ŞİİRİ ÜZERİNE METlNI.FR

__________________
Gender_Bay Çevirimiçi durumu